30 Ekim 2009

Anlık mutluluk yaşamak ve ardından uzun mutsuzluk yaşamak. Neden böyle ki? Bir anlık seni çekip çeviren o mükemmel duygu, arkasında hüzünü ve hasreti beraberinde getiriyor. Bu herkes için böyle.

Neden birisinden birisi daha ağır basınca, istenmeyen durumlar ortaya çıkıyor? Mesela çok mutlu olup az üzülmekte insana yetmiyor. Bu seferde uyuzlanıyoruz. Neden eşit duyguları yaşamıyoruz?

Sırf o üzülmesin diye, kendini paralamak doğru bir davranış mı? Veya susmak? O adına üzüldüğün kişi, buna değiyor mu?

23 Ekim 2009

Anlamsızlaşıyor hayat. Perdeleri kaldırdığımda, sürekli bir monotonluk, bir hüzün var. Bu insanda neden alışkanlık haline gelir ki?

Gereksizlik sözcüğü, haddinden fazla gerekli olan bir kelime. Çünkü herşey gereksiz sanırım bu yaşam sürecinde. Bir ev, bir araba, bir eş, bir dost. Para bile. Sonuçta yalnız doğup yalnız ölüyor bu acınası ve başkasına muhtaç insan denen canlı. Peki neden yalnızlık? "Yalnızlık Allah'a mahsustur." diyorlar büyük atalarımız. Ben gayet yalnızlıktan memnunluk duyuyorum. Hatta hayatımda başka gereksiz insanlar olduğu için gayet üzgünüm. Hayatımın, daha doğrusu beynimin içinde uzun süre kalıpta, hiç bir değeri olmayan insanların olduğunu farkettiğimde, onun için fazla düşündüğümü anladığımda, biraz geç kalmış olduğumu farkettim. İşte gereksizlik sözcüğü burdan türemekte. O şey, o müzik, o ev, o araba, hatta o insan... Gereksiz.

Gereksiz ancak yapabilecek birşey yok mu sizce? İnsanları sadece kullanıp atmak mı, yoksa onların sizi kullanmasına izin vermek mi önemli olan? Peki sonuç?

Bir önermenin sadece 2 cevabı olabilir: Doğru ve Yanlış. Bu duruma benziyor aslında yaşamda çıkan engeller. Bir üçüncü yol yok sanırım. Yine bu tezi çürüten insanlar var mı diye bakıyorum ancak... Bence yaşamda bir "kullanılmak" ve "kullanmak" eylemleri var. Ciddi anlamda, art niyetsiz insanlar yok. Çağlayan'ın da bahsettiği gibi, "Ufacık çocuk ilgi çekmek için, türlü şeyler yapıyor. Övgü için. Övgü bir çıkar." Kısacası herkes kullanmak veya kullanılmaya endeksli. Bu ileriki zamanda yaşadığımız için mi? Eskiden ciddi bir sevgi var mıydı? Hep derler büyüklerimiz, "bizim zamanımızda böyle değil" diye. Peki onların zamanında nasıldı? Gün yüzünde mi değildi?

21 Ekim 2009

Varolmayan bir insan hakkında, nasıl düşünebilirsin? Bu sadece insan değil, yaşam için de geçerli bir durum. İnsanlar, hayatı boyunca karşılaştığı şeylerle, hayalini özleştirebilir, yozlaştırabilir veya genişletebilir. Mesela, hayalinizde ideal bir erkek/kadın canlandırın. Bu erkek/kadın, sizin yaşantınızdaki olumlu, beğendiğiniz şeylerle birleşecektir. Ancak hiç bir zaman görmediğiniz birşey hakkında, nasıl bir yorum getirilebilir ki?

Discovery Channelde gördüm. Doğuştan kör bir adam, ressammış. Garip, ama gerçek. Kör olarak resim yapabilen, deniz, manzara resimleri çizebilen birisi, hayatı boyunca hiç görmemiş aslında. Duyarak veya koklayarak deniz manzarası çizilmez heralde.

Bu durumda benim anlattığım tezin şuan çürümüş ve hatta kokuşmuş olması lazım. Ancak bazı insanlarda bu durum tam ters bir şekilde ortaya çıkıyor. Kişi hayatında o kadar çok şey görüyor ki, artık hepsini unutmaya başlıyor. İdealini, kendi mükemmelini bulamıyor.

Peki doğru olan ne? Bir sorudaki tüm seçenekleri görüp şıkları unutmak mı, yoksa gördüğünüz şıkka "evet" demek mi?

20 Ekim 2009

Toplum, insanların kendilerini gösterebileceği, aynı zamanda da kendisini soyutlayacağı bir yerdir. Bir insanın yaşam statüsünü nedense toplum belirliyor. Bireyler, birbirlerini etkileyen varlıklardır. Kişinin -o konu hakkında- sessiz kalmasını veya çok konuşmasını toplum seçer. Etkiler de denebilir. Zıt görüşte olan insanlar topluma karşı ise sessiz kalırlar/kalmak zorundadırlar. Mesela sağcı bir grubun içinde devrimci olan birisi, "ben size katılmıyorum- size karşıyım" diyemez. Niçin? Can güvenliği olabilir, topluma kendini kanıtlama çabası olabilir. Sağcı veya solcu olması değil olay. Din konusunda, halkın yarısından fazlası müslüman iken, bir hristiyan, bir ateiste açık değillerdir.

Bir deist olarak, müslüman insanların arasında veya sadece tek bir müslümanla bile bir tartışma konusu açamam. Bazı konularda tartışma ilerledikçe anlam kargaşası ve başa dönme söz konusu. Bu da toplumsal baskıyı oluşturuyor. Halkın büyük kesimi neyse, diğerlerinin de onu desteklemesini istediği için.

İnsanlar neden asansörde sessiz kalırlar? Doğası konuşma üzerine yaratılan caanım insanların? Bu da kişinin o anda dikkat çekme isteğinin az olması, ego tatminin -%100lerde ilerlemesinden kaynaklı. Örneğin, Eşcinsel bir insan toplumsal baskı olacağından sessiz kalmak zorundadır. Hollanda'dan bahsetmiyorum tabii. Toplumsal baskı, sadece halk içinde olacak diye birşey yok. Aile arasında, arkadaşlar arasında gizliden gizliye bir sessizlik mevcuttur.

Bunun sonucunda anlıyoruz ki, insanlar kimi yerde susmaya, susturulmaya zorlanır. Ona sorarsanız, belki halinden memnun. Ama o da bu durumdan etkilenmiştir. Sessiz kalmayan insanlar, büyük işler başarmış, toplumsal baskıyı ortadan kaldırmış insanlardır. Kraliyet bile Graham Bell'e aşağılayıcı bakışlar atarken, günümüzün tek vazgeçilmezini icat ettiğine kim inanırdı?

Burada anlatılmak istenen kişinin kendi sessizliği değil, toplumsal baskının kişiyi sessiz düşürdüğüdür.

19 Ekim 2009

Bugün garip bi olay oldu.-Gerçi her gün olaylı geçiyor ya benimkisi- Hep muzur çocuk olmuşumdur. Hep sorularımla dikkat çekmişimdir ve "bu büyüyünce bilim adamı olucak" edasıyla bakılmıştır gözüme. Oysa ki, caanım izmir'de akşamleyin 169'u beklerken Sevinç'in önünde, 121 gelerek bindim 12 saatlik aralı derslerden sonra. Anlamsızca düşünmeye başladım. Beynim mi sulanıyor nedir. Otobüsten gelirken Bern'e döndüm ve sordum: "Gökyüzü neden mavi?" Anlamsızca suratıma baktı. Sonra omuz silkerek: "Bilmem" diye işaret etti. Bu soruyu hiç sormamıştım. Ufaklıklar hep sorardı, ben sormadım. Eksik gördüm kendimi. Niye bilmem. Bu bir egoistliğin verdiği sonuç mu, yoksa herkes mi böyle anlayamadım. Deniz maviydi, çünkü gökyüzünün yansıması denize vururdu. Ancak neden gökyüzü maviydi? Neden öğlenleyinde güneş tepedeyken kırmızı olmuyordu, veya sarı?